Öz Eleştiri
Son birkaç gündür, her boş bulduğum saniyede kendimi sorguluyorum. Buna en büyük sebep "Girls" dizisindeki arkadaş kavgası ve sevgili kavgası sahneleriydi. Bu arada özellikle 20li yaşlardaki genç kadınlara diziyi öneriyorum. Kısaca özetlemek gerekirse arkadaşı, başroldeki kızı bencillikle ve kötü arkadaş olmakla suçladı. Sevgilisi de yine aynı kızı sürekli kendini küçük görmekle, kendinden şikayet etmekle ama aslında öyle olmamakla suçladı. Bunları duyunca da benim kafamda çanlar çalmaya başladı.
Ben de çoğu zaman bu tip veya kendimle ilgili çeşitli eleştirilere gerek ailem, gerek yakın çevremde konu oluyorum. Örneğin kendimi bildim bileli gevezeliğimle ve her şeye muhalefet olmamla eleştiriliyorum. Yaşım büyüdükçe her şeye muhalefetliğim güçlendi. İstanbul'a geldiğimden beri de buna; her şeyi eleştirdiğim, her şeyden mutsuz olduğum ve çok negatif bir insan olduğum yönünde eleştiriler eklendi. Eğri oturup doğru konuşmak gerek bunların hiçbiri yalan değil, abartı da değil. Ha, ben bu halimden memnun muyum, işte blog yazısının konusu da o.
Demin söylediğim gibi bazı özelliklerim çok uzun yıllardır değişmedi. Ama dedim ya kendimi sorguluyorum diye, kendimi en çok sorguladığım konu şu, İstanbul'a geldiğimden beri eklenen eleştirilerin konusu olan özellikler bende hep var mıydı yoksa İstanbul mu beni bu hale getirdi? Açıkçası benim çok rahat ve prensesler gibi bir hayatım vardı denebilir. Toplu taşıma bile kullanmıyordum. Genellikle gittiğim her yerde en iyiler arasında olurdum. Liseden kiminle konuşsam "senin özgüvenine ne oldu" diyor şu an. Küçük yerde yaşamanın kolaylığını ve ailelerle yaşamanın rahatlığını insan çoğu konuda olduğu gibi kaybettiğinde anlıyor. Ömrü boyunca da o rahatlığı arıyor elbette... Yetişkin olmak çok zor.
Buraya geldiğimden beri beni en çok yoran şeyler ise evin annesi konumunda olmak, kalabalık, trafik, uzak mesafeler ve saatlerin yolda geçmesi. Şikayet ettiğim konular genelde bu eksende şekillendi son beş yıldır. Ama gelin görün ki, hangi noktada negatif ve mutsuz bir insan oldum bunu bilmiyorum. Negatif ve mutsuz biri haline mi geldim yoksa içimde uyuyan bir canavar mı uyandı onu da bilmiyorum. Her zaman kaşım çatık ve kafam sürekli bir şeylerle meşgul, sürekli bir şeyleri dert edip geriliyorken buluyorum kendimi. Çoğu zaman kendimi Sartre'ın "Bulantı"sındaki gibi hissediyorum özellikle kalabalık yerlere gittiğimde ve yan masadaki her konuşmayı istemeden duyabildiğimde.
Sanırım İstanbul benim kendime olan özgüvenimi azalttı. Dediğim gibi her zaman iyiler arasındayken bir anda uçurumdan düşmüş gibi oluyor insan. Kendinden daha iyi olan hayatlardan haberdar olmamak da buna etken tabi ki. Samsun'da genelde çevremde hep kendim gibi insanlar olurdu, burada başka türlü hayatlar, hiç devlet okulu görmemiş insanlarla karşılaşmak garip geldi elbette. Samsun'da özgüvenim tavanken, her şeyi yapabilecek durumdayken buraya geldikten sonra muhtaç birine dönüştüm. Evet burada inanılmaz özgürüm ama özgürlüğümü kullanacak özgüvene sahip değilim artık sanki. Burada çevre edinmeden önce tabi ki erkek arkadaşım vardı. Önceliğim oydu. Hem burada yaşıyor, tecrübeli hem de sana bir yoldaş neticede. Sonra çevresiyle arkadaş oldum. Sonra daha fazla açılamadım aslında. Kafama uygun arkadaşlarım tabi ki var burada da ama hiçbiriyle erkek arkadaşımla geçirdiğim kadar vakit geçirmiyorum. Önceliğim hep erkek arkadaşım oluyor çünkü doğal yaşam alanım o ve çevresi oldu. Samsun'daki o çevrem, eski arkadaşlarım, eski konfor alanım yok oldu, dolayısıyla eski yaşam alanım da değişmiş oldu. Bu da belki özgüvenimi kırıp beni daha kapalı, daha başkalarına bağımlı birine dönüştürdü sanki bilemiyorum. Şimdi böyle toprağına tutunamayan, yerini yadırgayan bitkiler gibiyim. Çoğu zaman yurtdışına gidip orada yaşayamayıp dönen insanları çok iyi anlıyorum.
Sanırım İstanbul benim kendime olan özgüvenimi azalttı. Dediğim gibi her zaman iyiler arasındayken bir anda uçurumdan düşmüş gibi oluyor insan. Kendinden daha iyi olan hayatlardan haberdar olmamak da buna etken tabi ki. Samsun'da genelde çevremde hep kendim gibi insanlar olurdu, burada başka türlü hayatlar, hiç devlet okulu görmemiş insanlarla karşılaşmak garip geldi elbette. Samsun'da özgüvenim tavanken, her şeyi yapabilecek durumdayken buraya geldikten sonra muhtaç birine dönüştüm. Evet burada inanılmaz özgürüm ama özgürlüğümü kullanacak özgüvene sahip değilim artık sanki. Burada çevre edinmeden önce tabi ki erkek arkadaşım vardı. Önceliğim oydu. Hem burada yaşıyor, tecrübeli hem de sana bir yoldaş neticede. Sonra çevresiyle arkadaş oldum. Sonra daha fazla açılamadım aslında. Kafama uygun arkadaşlarım tabi ki var burada da ama hiçbiriyle erkek arkadaşımla geçirdiğim kadar vakit geçirmiyorum. Önceliğim hep erkek arkadaşım oluyor çünkü doğal yaşam alanım o ve çevresi oldu. Samsun'daki o çevrem, eski arkadaşlarım, eski konfor alanım yok oldu, dolayısıyla eski yaşam alanım da değişmiş oldu. Bu da belki özgüvenimi kırıp beni daha kapalı, daha başkalarına bağımlı birine dönüştürdü sanki bilemiyorum. Şimdi böyle toprağına tutunamayan, yerini yadırgayan bitkiler gibiyim. Çoğu zaman yurtdışına gidip orada yaşayamayıp dönen insanları çok iyi anlıyorum.
En bunaldığım dönemde bir psikologa gitmekte çareyi bulurum sanmıştım. Gerçekten hayli kötü durumdaydım ve buna bir son vermem gerekiyordu. Gittiğim psikologda ise aradığımı bulamadım. Neden? Çünkü kendi içimde çözmem gereken problemlerim vardı, aşmam gereken, kabullenmem gereken şeyler vardı ve psikolog bana bu konuda yardımcı olmaktansa sorunlarımı göz ardı etmemi, meditasyona yönelmemi söyledi. Seanslara meditasyonla devam etmeyi falan önerdi. Ben de bu duruma sinirlendim çünkü benim problemlerimi normalleştirdi ve bunlarla başa çıkmaya çalışırsam daha da yorulacağımı, bunların beni dibe çekeceğini söyledi. Psikolog yüzünden yaklaşık 1000₺'lik bir kayıp yaşadıktan birkaç ay sonra "meditasyon" uygulaması ayda 2₺'ilk kampanya yaptı ve adamın bana söylediği her şeyi orada bulabildim. Bu beni ayrı sinirlendirdi ya, neyse... Oradan öğrendiğim şeyleri biraz biraz kullanmaya çalışıyorum ama tamamiyle dingin ve sakin o hayat tarzını asla benimseyemedim.
Anı yaşayamıyorum, o anda olan güzellikleri takdir edemiyorum ve bu çok yıpratıcı. Anı yaşayamadığımı ve beni bunun yıprattığını da dün fark ettim. Kendi içimde gerçekten çok huzurlu dakikalar yaşayabiliyorum. Bir annenin bebeğine olan şefkatini gördüğümde, birinin sokakta bir hayvan sevdiğini gördüğümde, biraz bir yeşillik gördüğümde, denizin dinginliğini gördüğümde içimi kaplayan o huzuru tarif edemem. Bunlarla, çok ufak düşünceli hareketlerle, örneğin babama simit yemekten bahsetmişsem ve o ertesi gün kahvaltı için eve simit alıp gelmişse, inanılmaz mutlu oluyorum. Sonra düşünüyorum. Ben bu ufacık, minicik şeylerle mutlu olabiliyorken neden bu kadar huzursuzluk kaplı, negatif bir yapım var? Gerçekten bunun cevabını bulamıyorum. Bu iyi yönlerimi düşündüğümde gerçekten iyi bir insanmışım gibi hissediyorum ama diğer yönümü düşündüğümde sanki şeytanmış gibi hissediyorum kendimi. Gerçekten ama gerçekten, kendimi çok kötü bir insan gibi hissediyorum. İşin daha da kötüsü, insanlar sürekli benim olumsuz tarafımı gördüğü için beni umursamaz, aymaz, hiç üzülmez kırılmaz hiç ağlamaz sanıyor. Ulan depresyondayım ben ağlamaya yer arıyorum! İnsanların önünde ağlayıp şov yapmadıkça kimse sizin bir şeylere üzüldüğünüzü ya da kırıldığınızı anlamıyor artık buna eminim.
Dünkü dertleşmek yazısını yazmamın sebebi de başta dizideki o sen bencil ve kötü bir arkadaşsın kısmıydı. Dizideki kız, arkadaşını sürekli kendinden bahsetmesinden ama karşıdakinin problemini umursamamasından şikayetçiydi. İşte bu yüzden bana kendimi suçlu hissettirdi. Hep şikayet eden bir kişiliğe buluştuğum için hep ben dertlerimden, sıkıntılarımdan bahsediyorum ve karşımdaki hiç konuşmayınca da kendimi iğrenç biri gibi hissediyorum. Halbuki derdi olan anlatır ve karşıdaki dinler yani bu iş zorla yaptırılacak bir şey değildir bence. Ama hal bendeki gibi olunca ben kendimi susmak bilmeyen iğrenç biri gibi belliyorum ve zaten bu halimden şikayetçiyken kendimden daha da nefret ediyorum.
Kısacası aslında genel olarak kendimden nefret ediyorum. Çünkü kendimde rahatsız olduğum şeyleri değiştirmenin bir yolunu bulamıyorum. Kimse istemez ki böyle olmayı. Kimse istemez negatif, kronik mutsuz, umutsuz, şikayetçi damgası yemeyi. "Ben böyleyim" diye kestirip atma kısmını geçtim ve değişmeye çalışıyorum ama bu elbette ha deyince olacak bir şey değil. Belki pratikle, zamanla olur ama bilmiyorum. Meditasyonu, farkındalığı kullanmak bunu çözer mi onu da bilmiyorum ve bu yüzden kendimi çıkmaza düşmüş buluyorum, ne yapacağımı bilmiyorum. Dünkü o farkındalık anımdan sonra bugün gittim "Ikigai Mutluluk Sanatı" kitabını aldım. Umarım hayatımı ve kendimi istediğim şekilde yoluna sokmama yardım eder.
Yorumlar
Yorum Gönder