Hayal Etmek mi Şükretmek mi?
Küçüklüğümüzden beri zengin, fakir demeden hiçbir sınıfsal, dinsel ayrım yapmadan hepimize öğretilen şey herhalde şükretmektir. Kendinden aşağıdakileri düşün, haline şükret, buna sahip olamayanlar da var, onu bulamayanlar da var... Herkes duymuştur bunları. Gerçi bu kendinden aşağıdakileri düşünüp mutlu olma olayının çarpıklığını da ayrı incelemek lazım ya, neyse.
Elbette insan elinindekinin kıymetini bilmeye programlanarak büyütülmeye çalışılsa da, o ego aaah hele id... Bastırılmış içgüdülerimiz buna izin vermiyor. İnsan, doyumsuz bir varlık. Her zaman öyleydi ve her zaman da öyle olacak. Şükretmeyi istediğimiz kadar kendimize telkin edelim, meditasyonlar yapalım hatta hipnoz ettirelim kendimizi; o işler öyle olmayacak. Her şeyden önce durup düşündüğümüzde, medeniyet dediğimiz şey hep insanın daha fazlasını istemesi sayesinde ortaya çıktı. Vahşi kapitalizmi bir yana bırakırsak, bugün kullandığımız ve hayatımızı kolaylaştıran hiçbir icat, insan daha fazlasını istemese olmazdı.
Hal böyleyken, medeniyet geliştiren bu içgüdünün, evde oturup iş arayan bir kadına ya da dünyadaki herkese etki etmesi çok normal değil mi? Bu noktada sosyal medyanın etkisi elbette ki yadsınamaz. Gördüğümüz, görmesek de gözümüze sokulan hayatlar çoğumuzu gıcık etse de bazılarımız içten içe bunu istiyor, bazılarımız daha küçük çaplı bir huzur arayışında, bazılarımızın umrunda bile değil, ki onlara gıpta ediyorum. Benim ise çoğu talebim, gözüme sokulmasa bile hali hazırda istediğim şeyler. Tabi ki bu isteklerimi başkalarında görünce bir nebze üzülmem ve sinirimin bozulmasını normal buluyorum. Kimisi de bunu normal bulmuyordur belki bilemiyorum. Başkalarına sorsak İstanbul'da yaşıyorum, sevgilim var, sevgilimin arabası var, ablamla güzel bir evde yaşıyorum, yediğim önümde yemediğim arkamdadır büyük ihtimal, gezip tozuyorum, tatiller yapıyorum, tüm gün dizi izleyip çay içiyorum ve ben bu şartlar altında aşırı mutlu olmalıyım neden şikayet ediyorum? Ama yazının konusu zaten bu. Herkes kendinde olmayanı arıyor.
Şimdi biraz empati yapalım karşıdakiyle. Bana soralım. Bana sorsak, İstanbul'da yaşamayı istemiyorum ama başka çarem yok gibi hissediyorum ve bunun kapana kısılmış gibi olmaktan pek farkı yok. Her insan gibi ben de ayrı bir evim, ayrı bir kapım olsun istiyorum, o kapının anahtarı sevgilimde de olsun istiyorum. Sevgilimle sürekli dışarıda buluşmaya zaman ve para ayırmadan yaşayabilmek istiyorum. En önemlisi artık ekonomik bağımsızlık istiyorum. Şimdi benim açımdan baktığınızda isteklerim bu kadar batmamalı kimseye çünkü ekstrem bir şey istemiyorum. Araba, yat, kat istemiyorum çok basit şeyler aslına bakılırsa. Ama dışarıdan bakan biri beni sahip olduklarıma şükretmediğim için, her şeyi hemen istediğim için suçlayabilir. Hemen istediğimi söyleyen oldu mu? Hemen ya da değil, bunlar benim hayal ettiğim ve yaşamak istediğim şeyler. Dolayısıyla sevgilisiyle/kocasıyla/nişanlısıyla aynı evde yaşayan birini gördüğümde, İstanbul'un kahrını çekmeyip 15 dkda işinden evine giden birini gördüğümde, işi olup masasına çiçek gelen birini gördüğümde, hatta ve hatta kendi evini temizleyen ve mutlu küçük bir yuvası olan birini gördüğümde bir nebze üzülmem normal değil mi? Hayaller, hayatlar... Bunu sadece ben yaşıyor olamam. Herkes hayal ettiği şeyleri yaşayan birini gördüğünde içinde bir burukluk oluyordur herhalde. Olmuyorsa da bana ne istiyorsanız deyin. Ruh hastası deyin, manyak deyin, psikopat deyin vs vs örnekler çoğaltılabilir.
Bunları böyle yazmamın sebebi artık böyle konularda yakınlarımdaki insanları bunaltmak istememem. Çünkü duyduğum şeyler değişmiyor. Duyduğum şeyler hep biraz önce yazdığım şeyler. Dolayısıyla bu tip cevaplar benim bunalmışlığıma ve üzüntüme ek yapmaktan ve bu sefer kendime yüklenmeme sebep olmaktan başka bir şeye pek yaramıyor. Ama burada pek çok farklı kişi bunu okuduğunda kendinden bir şeyler bulabilir. Bu blogu bana dert ortağı olsun diye açmıştım ve uzun süre sonra onu bu görevi yerine getirsin diye kullanmaya karar verdim.
Halim nicedir böyle işte. Yine de olumlu düşünmeye ve günlük şükür sayımı Gülben Ergen seviyesine getirmeye çalışıyorum. Bence bu tip meditatif/ruhani şeylerin işe yaradığını düşünmenin sebebinin, fal baktırıp falın çıkacağına fazlasıyla inanıp hayatını buna göre yaşamaktan pek bir farkı yok. Ya da ben henüz o "gerçekten işe yarıyor, olumlu düşünceyle hayatımı değiştirdim, artık bambaşka ve mutlu biriyim, bana gelen kötülükleri bile affedip sevgiyle karşılıyorum" kıvamına gelemedim. Belki gelirim. Gelen var mı? :)
Yorumlar
Yorum Gönder