Şahsiyet Dizi Eleştirisi
“Her insanın bir zaafı vardır ... o zaafa düşüp düşmemek, bakın işte o şahsiyet meselesidir.”
Aaaaaah ah! Nereden bilirdik ki bir dizi gelecek, bizi kalbimizin orta yerinden yumruklayıp, unuttuğumuz her şeyi bize hatırlatıp, olayı zirvede bırakıp, Türkiye’nin en iyi dizisi olup gidecek.
Yahu nasıl anlatsam, nerden başlasam hiçbir fikrim yok. MFÖ'ye döndüm burada... Olaya önce Hakan Günday’ın mükemmel kaleminden başlamak yerinde olur sanırım. Eğer ki kitaplarını okumuşsanız zaten eşsiz göndermeli repliklere hazırsınız demektir. Beklenti de ona göre şekilleniyor tabi. Elbette güzel bir iş, iyi göndermeler, sağlam bir hikaye bekliyordum ama bu kadarını değil. Gerçekten de neredeyse her replikte insan “vay anasını” deyip düşüncelere dalıyor.
Oyunculuklar desek... Haluk Bilginer Allah mıdır nedir! Cansu Dere her zamanki gibi donuk ama bu sefer donuk olması için içten içe sebepleri varmış meğer. Diğer karakterler de gayet iyiydi. Üstelik cast seçimi bence çok başarılı olmuş. O at hırsızı tipler cuk oturmuş, baktıkça tiksiniyorsun zaten. Söylemeden geçemeyeceğim; jenerik ef-sa-ne!
Gel gelelim olaylara... Olaylar ah o olaylar... Kaç bölüm boyunca “ne alaka acaba” diye diye düşündük, sonra yavaş yavaş teoriler gelişti, oydu buydu aha şuydu yok yok böyle derken işler tahminlerin de ötesine uzandı.
Dizi öyle bir dizi ki... Ülkece halının altına süpürdüklerimizi her bölümün başında “Şahsiyeti hatırla” diyerek bize hatırlatmış meğer. Neleri neleri sindirip içleştirmişiz, neleri unutmuşuz... Boşa demedi Agah Bey, “Unutmazsa delirir insan.” diye.
Kambura’ya geçmeden zaten ağır, iğrenç bir cinsiyetçilik görüyoruz. O güç sarhoşluğu, polis faşistliği, Stanford’da yapılan hapishane deneyi (Zimbardo Deneyi) gibi gücü eline alanın kendini kaybetmesi. (Son bölümlerde Sefa’nın yaptığı işkenceyi anlatıp bunu meşru görmesi iğrenç bir detaydı bence.)
Kambura denen yer meğersem küçük bir Türkiye’ymiş. İğrenç ötesi bir taşra kültürü. Hani izleniyor ya Müge Anlı'da, neler neler oluyor kimse koskoca kasabada gıkını çıkarmamış. İşte orası burası. İşte orası Türkiye aslında. Neleri gördük Kambura'da? İlk mesele ırkçılık meselesi sandık. Çingene olduğu için nefret edilen ve yakılan bir aile... Madımak'ı unutmuştuk değil mi? HATIRLAdık. Nasıl güzel bağladı ergen Deva, gladyatörler döneminde herkesin onayladığı birini öldürünce kimse suçlu olmuyor çünkü hepsi suçu birbirine atıyor diye...
Sonra baktık ki esas mesele daha derin. Dedik bu işin içinde başka bir iş var ve o işte de taşra halkının parmağı var. Ah o iğrenç taşra milliyetçiliği yoksa boşa giderdi. Nevra'ya mı bi şey oldu dedik, kardeşi mi dedik arkadaşı mı dedik derken... Linç kültürü, tecavüz, pedofili hangi birini ararsan çıktı o 96 plakalı küçük Türkiye'den. Midem mi bulandı, kalbim mi sıkıştı, yüzüm mü düştü... tüm duyguları yaşattı son 2 bölüm bana. 53 kişinin küçücük bir çocuğa tecavüz ettiği N.Ç. davasını ve daha nicelerini unutmuştuk değil mi? HATIRLAdık.
Gazetecilik okurken o harika gazeteciler gibi olmak için hayaller kuran Ateş karakterini, kapitalist ve baskıcı sistemin içinde kendini eritmiş; işe yaramaz birine dönüşmüş bir karakter olarak tanıdık. Sevmedik belki de ilk başta. Sonra öğrendik ki içindeki o hayalperesti sadece rafa kaldırmış. Gerçekleri anlatmak uğruna kendini feda eden "abi"lerini unutmamış. "Başka bir dünya kuracağız demiştik, kendi dünyamızı değiştirdik. Ben o hayal kurduğumuz dünyaya geri dönüyorum." diyerek kendini üstü örtülü gerçekleri ortaya çıkarmaya adamıştı ki... Uğur Mumcu'yu, Hrant Dink'i ve nicelerini unutmuştuk değil mi? HATIRLAdık. Açıkçası bu kadar üzüleceğimi düşünmemiştim.
Evet biz hatırladık. İzledikçe... Meğersem birileri hiç unutmamış. Agah Beyoğlu... Hiç ama hiç unutmamış hem de. Yıllarca içinde tutmuş, intikam almaya çalışmış becerememiş.
Yorumlar
Yorum Gönder