I, Tonya ve Three Billboards Film Eleştirisi
Gün geçmiyor ki sinemaya bir muhteşem film daha girmesin... Sanırım bu gidişle sadece sinema/tv üzerine yazı yazdığım bir blog olacak...
I, Tonya'dan önce bir tavsiyem olacak, o da şu: Three Billboards Outside Ebbing Missouri filmini izlemeniz. Aslında onu ayrı bir gönderide yayımlamak isterdim ama, okunmuyor maalesef. Zaten bir şeyler okuyan kaç kişi kaldı ki... Youtube, Instagram çıktı, mertlik bozuldu. Neyse... Önce Three Billboards hakkında birkaç şey söyleyip, peşine ana konumuz olan I, Tonya'ya geçeceğim.
Geçtiğimiz yıllardaki Oscar kazananlardan fark ettiğimiz üzere artık iyi film anlayışımız biraz değişti. Filmlerin artık insanların ağzını açık bırakması, akıl karıştırması, mindfuck tabir edilen şekilde olması gerekmiyor. Artık, gündelik olayları anlatan, hayatın içinden ve çarpıcı olan filmler daha çok seviliyor veya Akademi tarafından ödüllendiriliyor. Bunu Spotlight, Moonlight veya en iyi film olamasa da yine Oscar'ı kucaklayan Manchester by the Sea'de gördük. İşte Three Billboards da öyle. Hayatın içinden, özellikle ülkemizde en çok konuşulan konunun üzerine geldi. Hem de Özgecan'ın yıl dönümünde... Evden kavga ederek çıkan kızının ölüm haberini alan bir anne... Hem de sadece ölüm de değil, tecavüz sonrası ölüm... Problemli bir evlilik, problemli bir hayat tarzı... Tüm bunlar Mildred'i daha da hırçınlaştırmış ve alışılmadık bir adalet arayışına sürüklemiş. Tüm kasabayı karşısına almak ve tehditler onu asla yıldırmıyor. Bütün bunlara şahit olduğumuz, belki kendimizi yerine koyup üzüldüğümüz, sinirlendiğimiz, zaman zaman güldüğümüz harika bir film ortaya koyulmuş. Mutlaka görülmeli.
Şimdi I, Tonya'ya geçiyorum. Hepsinden önce söylemeliyim ki oyuncuların gerçek kişilerle olan benzerliği harika. Tek problem Margot Robbie. Sebep şu, Tonya Harding normalde filmde gösterilen hali kadar çirkin değil. Neden böyle bir yola gitmişler anlayamadım. Sebastian Stan ise Gossip Girl'den beri kariyeri en hızlı yükselen insanlardan biri herhalde. Mom dizisinden tanıdığım Allison Janney ise harika. Margot'ya ise söyleyecek söz bulamıyor, önümü ilikliyorum. Filmin müziklerinin de çok iyi olduğunu ekleyerek anlatmaya başlıyorum.
Bir redneck olan karakterimiz Tonya'nın hayatında yaptığı tek şey ve en iyi şey paten kaymak. Annesinin zoruyla ve gazlamalarıyla daha da başarılı oluyor ve tüm hayatı patene bağlı. Hayatında ise inanılmaz sorunlarla başa çıkmak zorunda. Ciddi psikolojik problemleri var, geçim sıkıntıları var, ergenliği var, psikopat annesi var, sadist sevgilisi var, var oğlu var. Prenses olarak büyüyen patencilerden farklı olmasına sebep olacak birçok etken var. En önemlisi tabi ki maddiyat. Sadece Tonya için çalışan, hırslı, duygusuz bir anne... Tabi ki gerçek hayattan alıntı olduğundan da kaynaklı olarak etrafımızda bu tip birçok insan görmemiz mümkün. Annenin iyi mi yoksa kötü mü olduğuna karar vermek zor. Bir problematik ortaya çıkıyor: varını yoğunu çocuğuna harcayıp ona sevgi hariç her şeyi veren biri iyi bir ebeveyn midir? Düşüneduralım... Bir yanda da geri zekalı kocası var. Şiddeti sevgi göstergesi sanması yüzünden, daha çocuk yaşta, gördüğü ilk erkekle evlenen Tonya'ya annesinin birkaç lafı var: "Sana güzel olduğunu söyleyen ilk erkekle evlendin." ve "Aptal erkekler sevişmek içindir, evlenmek için değil." Sonunda ise yanlış insan seçimlerinin insan hayatına etkilerini göreceğiz.
Tüm yeteneğine rağmen bir türlü istediğini elde edemeyen Tonya tabi ki bunun peşini bırakmayacak. Başarılı olamıyor çünkü farklı. Çünkü jürinin, spor dünyasının hatta ve hatta tüm dünyanın ve sistemin farklı olana tahammülü yok. Tonya, klasik müzikle paten kaymıyor, Tonya sponsor bulamadığı için süslü püslü prenses kostümleri giyemiyor ve kıyafetlerini kendi dikiyor, Tonya rakiplerinden daha kilolu, Tonya tüm o camianın olmasını istediği gibi bir prenses olamıyor çünkü kendisi Amerikan köylüsü ve bu yaşam tarzı ona ters. Hatta şöyle diyor: "Siz benim kendim olmamamı istiyorsunuz." (Aaahh canım benim, maalesef dünya böyle.) Kısacası Tonya, olması gereken "kalıp"a sığamıyor. Sığmak da istemiyor... Bu yüzden de jüri ile yıldızı asla barışmıyor. Bütün hareketlerini çok iyi yapsa bile prensesler her zaman daha yüksek puan alıyor. Kızımız da oyunu kuralına göre oynuyor.
"Madem öyle, ben de herkesin yapamadığını yaparım!" Tarihte ilk kez üçlü axel yapan insan oluyor kendisi. Bu yüzden jüri de ona puan vermek zorunda kalıyor. Ee göz göre göre bu kadar da haksızlık yapamazlar değil mi? Ama yapıyorlar. Yine yapıyorlar. Sebep? Sebep ise şu: "You represent US America for God's sake. Look at yourself!"
Yaa öyle mi canım? Amerika dünyanın eeeen soylu, en aristokrat ülkesi olduğu için, gerçek Amerikalı redneckleri kendilerinden saymıyor. Kızımız prenses olmadığı için Amerika'yı temsil etmemesi gerektiği düşünülüyor. Çünkü yetenek hiçbir şeydir, vitrin ise her şey! Böyle böyle görüyoruz ki gerçek yetenekler nasıl harcanıyor, nasıl heba ediliyor. Ama bu daha başlangıç. Belirtmem gerektiğini düşünüyorum, küçüklüğümde çokça buz pateni yarışması izlemişliğim var. Filmin sonunda Tonya Harding'in gerçek görüntüleri var ve hayatımda hiç bu kadar neşeli, istekli, yaşayarak dans eden bir patenci daha görmedim. Yazık.
Bu daha başlangıç demiştim ya, son darbeyi de adaletin kendisinden yiyecek Tonya kardeşimiz. Başta basit bir şekilde, sadece en büyük rakibine tehdit mektubu gönderileceğini zanneden Tonya, kocasının ve kocasının geri zekalı arkadaşı yüzünden rakibi sakatladığı için suçlu durumuna düşüyor. Darbeyi ise olimpiyattan sonraki mahkemede yiyor. Kocası ve kocasının geri zekalı arkadaşına 8 ay gibi komik süreli hapis cezası veriliyor. Tonya'ya ise yüklü miktarda para cezası, spor fonuna belli bir miktar zorunlu bağış, zorunlu kamu hizmeti ve en önemlisi spordan men cezası veriliyor. Hayatı yıkılıyor haliyle. Asıl suçlulara verilen cezanın komikliği, Tonya'ya verilen cezanın ağırlığı... Amerika'nın "mükemmel" sisteminde bir çürük daha. Bana hapis cezası verin diye yalvarsa da nafile... Bir yetenek böylece solup gidiyor.
Son zamanlarda fark ediyorum ki içten içe Amerikan rüyasını sarsan filmler artışta. Daha önce The Post'ta da yazmıştım (Şurada). Belki bu dönem değil ama özellikle geçmiş dönem Amerikası taşlanıyor. Tabi ki alenen değil ama düşünüldüğünde kolayca bu sonuca varılabiliyor.
Ayrıca, bunun gibi insani filmlerin moda olması hoşuma gidiyor. Çünkü bu gibi yapımlarda iyi ve kötü arasında seçim yapamıyorsunuz. Normalde de yapılmaması gerekiyor zaten. Hiçbir zaman siyah ve beyaz ayrımı net yapılmamalı. Tonya belki birine dolaylı bir kötülük yaptı evet ama her zaman söylediği bahanesi bu sefer doğru çıktı: "It wasn't my fault.". Öyle. Onun suçu değildi. Başkasının yaptığı hatadaki ufacık bir payı, hayatına mal oldu. Gel de burada iyi ve kötü ayrımı yap şimdi. Ya da Three Billboard'da öfkesinden karakolu yakan anneyi suçla. Hayatta hiçbir zaman pür-i pak iyiler ve salt kötüler olduğunu düşünmüyorum. Böyle filmler de kafa karışıklığı yaratarak insana bunu sorgulattığı için iyi zaten.
Çok doyurucu bir Oscar aday listesi olduğunu düşünüyorum ve hedefim de törenden önce hepsini izlemek. Umarım bu sene bunu başarabilirim. Bir sonraki hedefim The Darkest Night ve Lady Bird. Bakalım neler çıkacak...
Bu arada ben bir uzman değilim. Sadece gösterilenin arkasındaki mesajı almaya çalışan, bölümden gereği olayların siyasi yönünü görmeye çabalayan basit bir izleyiciyim. Yoksa sinematografi, montaj, kurgu falan filan hiçbir şey bildiğim yok. Beni çok da ciddiye almayın yani. Zevkler uyuyorsa ne ala... 😊
Yorumlar
Yorum Gönder