Gelecek Kaygısı
Bir 95 doğumlu olarak; yaşıtlarım genellikle ya bu sene mezun oldu, ya da benim gibi seneye mezun olacaklar. 4 veya 5 yıl, bir şekilde, nazlana nazlana, ite kaka okuduk ve okullarımızı bitiriyoruz. Şimdi ise hepimizin aklında aynı soru:
ASIL ŞİMDİ NE OLACAK?
Ben bir TM öğrencisiydim ve arkadaşlarımın da çoğu öyle. Yani bu demek oluyor ki büyüük bir çoğunluğu ya hukuk okuyor ya psikoloji ya da pdr. Hepsinin az çok mesleği veya ne yapacağı belli. Yani ya staja başlayıp yola devam edecekler, ya yüksek lisans yapacaklar.
Peki ben ve benim gibiler ne yapacak? Yani İİBF ya da Siyaset okuyanlar...
Açıkçası bizim ve bizim gibilerin önü çok açık, evet. Bu bazen iyi bir şey bazen de gerçekten çok kötü... Kötü olma sebeplerini sıralayayım. Şöyle ki, özel sektör düşünenlerin hepsi bir anda önümüze gelen bütün firmaların bütün departmanlarına başvuracağız. Okulu iyi bir devlet okulu olan ve dili olanlar öncelikle sıyrılacaklar. Düşünüldüğünde ben burada eleğin üstünde kalacağım çünkü hem Fransızcam hem İngilizcem olacak. Amma velakin, beni de eleyecek olan özel üniversite mezunu sular seller gibi İngilizce konuşanlar olacak. Dolayısıyla Fransızca okumuş olmam bana bir ayrıcalık sağlamayacak. Eleme safhası bittikten sonra kimimiz IK, kimimiz pazarlama, kimimiz satış vs departmanında işe başlayacağız. Sonra göreceğiz ki, bunların bölümümüzle hiçbir ilgisi yok, üstelik yanında çalıştığımız insanların bölümleriyle de hiçbir ilgisi yok. Kimisi dil mezunu olacak, kimisi belki lise mezunu olacak, kimisi arkeoloji mezunu olacak... Sonra fark edeceğiz ki bu işi yapmak için hiçbir vasıf gerekmiyor. İşi işte öğrenmek zorunda kalacağız, hem de taa en alt basamaktan, üç kuruş maaşla işe başlayarak. Sonra düşünüp diyeceğiz ki "ben bu işi neden yapıyorum?" İşte biz o gün tükeneceğiz arkadaşlar! Henüz geçim sıkıntısından bahsetmedim bile. Hele hele de İstanbul'da yaşıyorsanız vay halinize (halime)! Geçim sıkıntısının yanında her gün aynı saatte kalkıp giyinip kuşanıp ya şirket arabamıza(iyi bir ihtimal) ya da servise binip, iş yerine gidip masamıza oturup makyaj yapıp insana benzeyeceğiz, sonra kahvaltı yapacağız ve saatleri saymaya başlayıp iş çıkışı eve kaç saatte gideceğimizi hesaplayacağız. Eve gelip yemek yapmak, onu geçtim yemek yemeye bile halimiz kalır mı, şüpheli. Hayatımızın çoğu zamanı "çok yorgunum" cümlesini kuracağız. Ve bu bataktan kurtulmayı geçtim, ömrümüz boyunca daha iyi şartlar kovalayıp o bataktan diğer batağa "terfi ederek" ilerlemeye çalışıp en sonunda boğulacağız. (Bu konuda Harvard profesörü Michael Sandel'in Adalet kitabını okuyarak daha da depresyona girebilirsiniz.) Kısacası beyaz yakalı bir proletarya olarak hayatımızı sonlandıracağız. Sanıyorum Sandel'in bunun için güzel bir tanımlama kelimesi vardı ama şu an aklıma getiremedim. Ben modern kölelik demeyi tercih ediyorum şimdilik.
E tek seçenek özel sektör mü canım? Değil. Değilse sizi şöyle bir KPSS kursuna alalım. 6 ay 1 sene çalışalım ve sınavlara girelim. Belki güzel bir puan alırız... Sonra da mülakata girelim. "Dayı"nın yeni ismi olan "referans"larımızı da araya kaynattık mı belki şansımız yaver gider. Ama o da belki. Hani diyorlar ya "Kamu yönetimi mi okuyorsun? hehe kaymakam olacaksın yani.", evet canım evet. O iş o iş değil. Dışarıdan bakan da sanar ki bölümü bitiren kaymakam oluyor. Ya da onu geçtim, sınavda yüksek olan kaymakam olabiliyor. Tekrarlamak istiyorum: o iş o iş değil.
Hepsini geçip bir de serbest meslek erbaplığına dönelim. Ya da zanaatkarlık, sanatkarlık, gazetecilik... Ya da kısacası "biz seni boşuna mı okuttuk" meslek bölümüne.
Önce belirtmek istiyorum ki benim gibi siyaset bölümü öğrencisiyseniz ve yabancı diliniz kuvvetliyse, yapılabilecek en iyi, bildiklerinizi en iyi şekilde aktarabileceğiniz mesleklerden biri gazetecilik yapmaktır. (Yapabilirseniz) Diğeri de üniversitede kalmak...
Şimdi kendi adıma konuşmaya başlamak istiyorum. En istediğim mesleklerden biri iç mimarlıktı. Belki Marmara Üniversitesi'ni 1.sıraya yazmasam kazana da bilirdim ama olmadı. Özele de gidemedim. Yaram derin. Bunun yanında, efendim böyle mekanik işlere bir ilgim var. (Keşke babam beni sanayiye çırak verseydi.) Marangozluk vs, Ikea eşyaları kurmak olsun, matkap kullanmak, çivi çakmak... Bunların hepsi gerçekten çok sevdiğim ve keyif aldığım şeyler. Bunları neden anlattım? Şundan. Açıkçası, beyaz yakalı olmamak için her yolu denemeye razıyım.
Bu konudaki yeni takıntım da kuyumculuk. Modern tabirle "takı tasarımcılığı". İçinde çizim var, yaratıcılık var, kesme biçme var, kaynak var, ince işçilik var, sonunda da ortaya çıkardığın ürüne aşık olmak var. Fakat kime anlattıysam "boşa mı okudun" cevabını duymaktan kulaklarım eridi. Hangimiz mezun olduğu okulla alakalı mesleği yapmak için yanıp tutuştu şimdiye kadar? Ya da kaçımız okulunu gerçekten çok çok severek okudu? Bir elin parmağını geçmez. Çoğu kişi "bu bölüm para kazandırıyor" diyerek yazdı bölümünü. Yalanı bir kenara bırakalım artık.
Velhasıl, kimimiz de elinde bir diploma bulunsun diye okumuş olamaz mı? Yurt dışında üniversite eğitimi genelde insanların istediği bir alanda uzmanlaşması üzerine kuruluyken ülkemizde üniversitenin sözlük anlamı "iş bulmanı sağlayacak olan ara geçiş dönemi etkinliği" sanırım.
Kapitalist sistemi benimseyip, sistemin istediği şekilde yaşadığınızda (yukarıda anlatılan gibi) sizden iyisi yok. Başarılısınız, "ooh mesleğiniz de var ooh maaşınız da iyi, ee evlilik ne zaman? Ee çocuk ne zaman? Ee ölüm ne zaman? Ay emekli olup güneye yerleşicem ayol"... Tebrikler! Kapitalist sistemi yaşattığınız için işte size emeklilik ikramiyesi, cenaze masraflarında lazım olur.
Tüm bunları reddettiğiniz an kötü çocuk oldunuz demektir. "Manyak mısın?","Boşa mı okuttuk seni?","Boşa mı okudun?" ve daha niceleri... Ne ben boşa okudum, ne siz beni boşa okuttunuz. Belki başka bölümde olsam bunları düşünmüyor olurdum. Ama siyaset okuyunca insan olaylara başka yönden bakmayı öğreniyor. En azından bizim okulun eğitimi bu yönde. Ki hepsinin böyle olup, insanı düşünmeye sevk etmesi gerekiyor normalde, ama nerede?
İnsan mutlu olamadıktan sonra çok para kazanmasının ne anlamı olabilir ki? Mutlu olmayı geçtim huzuru olmadıktan sonra... İstemediğim bir şehirde yaşamak zorunda kalıp, üstüne bir de beyaz yakalı köle olmak sizce de biraz kötü bir hayat değil mi? Tüm bu tantananın içinde ayda bir kere Caddebostan'da bira içebilmek mi yani hayatın amacı?
Ne hayal kurduysam baltalanıyor matmazel! Kaş'a taşınacağım diyorum, oralara yaşlanınca gidilir deniyor, beyaz yakalı olmayacağım diyorum, boşa mı okudun deniyor...
İnsan batağa saplanmadan, kendini iyi tanımalı, keşfetmeli. Kendi artılarını ve eksilerini, neyi isteyip istemediğini bilmeli; yolunu ona göre çizmeli. İster bunu belli bir süre bataklıkta kaldıktan sonra ister o bataklığa hiç girmeden yapmalı. En azından denemeli. İnsanın mutlaka birden fazla mesleği olabilmeli, yapabildiği kadar şey yapıp, dolu bir hayat geçirebilmeli. (Arkanızdan "berduş"i "Bir baltaya sap olamadı" denmesine hazır olun! He başarılı olursanız da "Helal olsun valla."...) Ben bataklığa saplanmadan, İstanbul'a dönünce kuyumculuk atölyelerini ziyaret edeceğim. Olur veya olmaz severim veya sevmem ama en azından deneyeceğim. Belki de hiç hoşuma gitmeyecek ve vazgeçeceğim. Göreceğiz.. Şu an bana destek olanlar sadece kendi işini yapan zanaatkar arkadaşlarım. Belki onların "Herkes yapıyor sen neden yapamayasın?" demelerini haklı çıkaracağım, belki de pişman olacağım. Ki, daha pişman olmak için çok erken, hiçbir şey kaybetmeyeceğim sonuçta. Ama en azından denemiş olacağım.
Her şey insan için, hata da, başarı da... Önemli olan kararlarını kendin alıp sonuçlarına katlanabilmek.
Yorumlar
Yorum Gönder